29 Ağustos 2014 Cuma

Lanet

Biri bana durup dururken; biz seninle zaten her zaman konuşuruz, dün konuşmamış olmamız önemli değil diyor. Oysa ben özür dilemedim, oysa ben pişman değilim, oysa benim için sorun değil. O, olur öyle şeyler diyor. Onu takdir etmemi bekliyor düşünceli olduğu için. Anlayışlı olduğunu düşünmemi istiyor. Konuşmamış olmamızın normalin dışında bir durum olduğunu, aslında sorun olabilecekken sorun etmediğini göstermeye çalışıyor. Bunlar hep onun yüzünden. Bana söylenmiş iki cümlede bunları düşünmem. Hayır, kafamda kurmuyorum biliyorum ki doğru düşündüklerim. Ama önceden böyle düşünmezdim, bilmezdim, basitti, olduğu gibiydi. Beni de kendine benzetti. Mümkün değil artık yalnızca insanların gösterdiklerini görmem. Biliyorum ki her zaman başka bir sebep, en az bir sebep daha var. Ne söylenenler duyulduğu gibi ne de kimse olduğu gibi... Bana da bulaştırdı kendini.

26 Ağustos 2014 Salı

Kalpçarpıntısıgözkararmasıyorgunlukveuyku

Her şeyi eskisi gibi yapmak değil istediğim, çünkü mümkün değil artık biliyorum. Değiştim. O, çok değişti. Nasıl bir anda böyle değişebildik bilmiyorum. En mantıklı açıklama; zaten hep böyle olduğumuz. Kafamın karışıklığı beni, küçük ama bana büyük gelen dünyamı aştı. Keşke aşmasaydı. Her seferinde daha güçleneceğini sanıyor insan, her kırıldığında. Neden bilmiyorum. Belki hep böyle öğrettiler bize. Düşünce kalkacağına olan inancını hiç kaybetme diye. Hep öğretilmişlikler yüzünden bence zaten şimdiki halim. Her birimizin hali. Suçlayacak birini, bir şeyleri aradığımdan değil. Hatanın yarısı, en azından yarısı, bende anladım. Yavaş yavaş anladım. Hala kızıyorum, hala öğreniyorum, hala hata yapıyorum, hala ki bence en ilginci bu; kırılıyorum. Geçmişe dönmek değil de yenileyebilseydim... Kafası kesilmiş tavuk gibi dolanıyorum etrafta. Ne net bir düşüncem var, ne kesin bir isteğim. Nedenini bilmediğim şeyler yapıyorum. Nedenini bilmeden bir şeyler yapmayı planlıyorum. Planlar bozuyorum. Planlar erteliyorum. İnsan neden özgürlükten kaçar artık biliyorum. Mide bulantım geçmiyor, migrenim olduğuna artık eminim. Anlatamayacağım şeyler oluyor, anlamadığım halde anlatamayacağım binlerce şey olsun ama anlatabileyim de istiyorum. Karnıma ağrı giriyor sabahları, saat tam bir buçuk civarları. Akşam altıya doğru diniyor. Bu saatler arasında acıkmıyorum. Uzun süre aynı işi yapamıyorum. Bir şey bekliyorum, çok anlamsız, sonu ve belki sonucu olmayan. Güzel görünmeyi, dışarı çıkmayı, birileriyle konuşmayı, mutlu olmayı erteliyorum durmadan. Onu görmekten korkup görme isteğime de engel olamıyorum aynı anda. İyi-kötü çetelesini tekrarlıyorum her gün aklımdan. İki tarafa da ekleyemediğim onlarca şey var. Unutuyorum hep. Unuttuğuma şaşırıyorum sonra. Bazen de hatırladığım bir şey binlerce yıl öncesine aitmişcesine uzak geliyor. Birinden dinlediğim ama hafızamın bana ait bir anıymış gibi sakladığı zamanlar sanki. Hafızasına, etrafına, kendine bile değilse kime, neye güvenir insan. Mümkün mü inanmak, istemek bile artık imkansızken.

14 Haziran 2014 Cumartesi

--

Hayattaki en boktan çelişki; size deli gibi acı çektiren insanın acınızı dindirebilecek tek insan olması.

1 Haziran 2014 Pazar

Hastalıklar

Ne isteyip ne istemediğinizi ayırt edemediğiniz zamanlar oldu mu? Çekildiğiniz tarafa doğru sürüklendiğiniz zamanlar oldu mu pekii ve bunu bilerek ona 'dur' demediğiniz? Ne olursa olsun artık çok da umurunuzda olmadığını hissettiğiniz zamanlar?
Bu sorulara cevabınız 'evet'se nasıl yaşadığımı anlıyorsunuz demektir. Ve o halde söyleyebileceğim tek şey; hepimize geçmiş olsun...

15 Mayıs 2014 Perşembe

Beklemek


Dar merdivenlerden çıkıp küçük bir eve giriyorum. Mutfağa açılıyor kapısı. 3 adımda salondayım. Hemen yanı başındaki odaya giriyorum. Bütün gece ve bütün sabah ve sonraki gece de... Uyku aralarında sigara içiyorum. Deliksiz bir uyku uyumadım aylardır. Yanımdaki adam geceleri kabus gördüğümü söylüyor. Ben uyanınca hatırlamıyorum. Uykumun içinde sesini duyuyorum: "Korkma, buradayım" diyor. Bana sarılıyor. O kadar çok sarılıyor ki itmek istiyorum. Sabahları kahvaltı hazırlıyor. Ben müzik açıyorum. Gitmem gereken yerler oluyor hep, yetişmem gereken işler, erken kalkmam gereken sabahlar... Hepsini boş veriyorum. Bir deliksiz uyuyabilsem diyorum, o zaman belki iyileşirim. Yanımda duruyor, gözlerimin içine bakıyor, "Gitme" diyor. Gülüyorum onunla. Sahte mi gerçek mi bilmiyorum ama gülüyorum. Bir tek sabahları uyanınca... Gitmeliyim diyorum. O kadar uzağa gitmeliyim ki istesem bile dönemeyeyim. Geri iniyorum dar merdivenlerden. Sırtlayıp bütün yükümü kendi evime geliyorum. Telefonum çalıyor, yazmasını istediğim isim yazmıyor. Erkenden uyuyorum, uykuya aç uyuyorum. İnsanlar görüyorum, mutlu olmamı bekleyen. Beni seven bir adam var çünkü yanımda. Belki de uzun zaman sonra gerçekten sevildiğimi hissediyorum. Kalbimin kırıklarına, yersiz tepkilerime, romantizme olan duyarsızlığıma rağmen sevilmeyi hak ediyormuşum gibi seviyor. Bütün ahlaki değerleri, etik kuralları siktir edip koşmak istediğim başka bir ev varken üstelik. Benim evimin hemen yanında. Gitmeye kalksam 2 dk uzağımda. Kalbimden kalbine uzanan mesafeyi hesaplayabilsem bir an durmayacağım kadar yakınımda. Bir çağırsa kendimden başka hiçbir şey durduramaz beni biliyorum. Bir tarafım delice isterken çağırmasını, bir yandan da bu fikre katlanamıyorum. Olduğum yerde kalıyorum. Sonsuza kadar kalacakmışım gibi kalıyorum. En iyi bildiğim şey durmak ve beklemek. En iyi olduğum işi yapıyorum. Durup onu bekliyorum...

5 Nisan 2014 Cumartesi

"kalkdabaribirçaykoy" adlı şarkım


Gidebilseydim eğer tam şu an giderdim.
Neresi olduğunun hiç önemi yok ama çok önemli.
Düşünmeyelim ama fazla,
Nasıl olsa gidemeyiz öyle değil mi...


21 Şubat 2014 Cuma

.

Duymak istemiyorum insanların bütün bu büyük yalanlarını, ikiyüzlülüklerini, çıkar tartışmalarını, yaralama çabalarını... Kendime üzüldüğüm kadar geri kalan herkes için de üzülüyorum. Ne çok kalp kırığı var ve ne çok anlaşmazlık... Anlatamadığımız ne çok şey var birbirimize. Söylesen yanlış hiçbir şey olmayacak içinde ama yine de tüm anlamsız şeyler hızla yuvarlanıp çıkıp giderken ağzından, gidebilirken, öyle ki en gerekli şeyler, asıl anlaşılması, bilinmesi gerekenler söylenmiyor, söylenemiyor... Ne bas bas bağırmak, ne küfürler etmek, ne de isyan etmek; hiç biri gelmiyor içimden. İçimdeki bu boşluğun kapanmasının oluru yok işte artık. Bir bacağımı çıkarsam diğer bacağım daha derine batıyor; imkanı yok bunu anlatmamın. Anlatsam; bilinmesinin bir önemi yok. Ağlasam da gülsem de değeri yok. Hiçbir şey hissetmiyorum. Ama sanıldığı kadar kötü değil bu, aksine hissetmekten çok daha iyi. Son zamanlarda hissettiğim hiç bir duygu iyi değildi. Çabalamayı bıraktım, mutlu olacağım, iyi olacağım, güçlü olacağım diye. Zorlayarak olmuyor hiçbir şey. Zorladıkça iyice kaçıyor mutluluk. Ve öyle ki süregelen mutluluk diye bir şey de yok. Sadece bir "an" mutluluk; kısacık, küçücük... Oysa üzüntü süregeliyor, hayatına yayılıyor, seni içine alıp hapsediyor. Bitmiyor; mutluluk anlarıyla zaman zaman kesintiye uğruyor sadece. Bense hissetmiyorum. Dünden beri sanırım. Çünkü dün geceye kadar hissedebileceğim tüm üzüntüyü içime aldım, tüm korkuyu, tüm huzursuzluğu ve bu sefer ben, içime hapsettim hepsini. Dün gece ise uykuya dalmadan hemen önce, kısacık bir an yokladım kendimi, ne var aklımda, ne hissediyorum şimdi diye ve hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim. Bu sabah uyandığımda aynı soruyu tekrar sorduğumda, aldığım cevap da aynıydı. Bütün bir gün boyunca, iyi ya da kötü hiçbir şey hissetmedim. Hayatımı etkileyen, geleceğimin bağlı olduğu bütün değişkenler bana çarparak yanımdan geçip giderken hissizlik aslında en güzeli ve ben sadece bütün ışıkları kapatıp uyumak istiyorum.