18 Aralık 2013 Çarşamba

Pus


Boğazına kadar tırmanıp da diline bir türlü düş-e-meyen cümleler vardır. Kıvranırsın ama yine de söyleyemezsin. Konuşursan çünkü, kendi ses tonun yabancı gelir, ciddileşir, utanır, aptallaşır ve ağlamaya başlarsın. Bu evrelerden geçmek istemediğin için, geçmeye belki de cesaretin olmadığı için kendine saklarsın. O kadar saklarsın ki bazen ve hatta kimse bilmez. Tek kişilik sırrınla yalnız kalırsın. O kadar yalnız kalırsın ki canın acır. "Canım acıyor" diyemediğin her an daha da çok acır. Artık söylenebilecekler ile söylenmeyenler olarak ikiye ayrılır cümlelerin. Söyleyemediğin her cümlenin bir gün pişmanlıkla yüzüne çarpmasından korkarsın ve ne yazık ki aynı korkuyu söyleyebileceğin her şey için de yaşarsın. Korkudan ne diyeceğini bilemez hale gelirsin. Kendine çekilir, kendine kapanır, ne kadar kendine döndüğünü sanırsan o kadar kendinden uzaklaşırsın. Tanıyamazsın. Çünkü sen böyle değilsindir önceden. Şimdi neden böyle olduğunu sorgularsın. Konuşamazsın, belki de geçtir artık konuşmak için. Kelimeleri değiş-tokuş etmek yerine hisleri iletebilmeyi düşlersin. Sende yer etmiş olanlar sözcüklere dökülürlerse şayet, anlamsız gelmelerinden korkarsın. Söyleyemedikçe yalnızlaşır, anlaşılmadıkça saldırganlaşırsın. Gerçek sebebi bir türlü dile getiremediğin için yersiz şeylerden bahseder hır çıkarırsın. Korku da yalnızlık da saldırganlık da artar ve büyür. Onlar büyüdükçe sen küçülürsün. Her adımda daha da küçülüp toprağa olabildiğince yakın olmak istersin. Tek başına halletmeyi denersin sıkıntını. Kendine anlatmaya başlar, anlattıkça rahatladığını sanırsın. Yanılırsın; söylenmeyen cümlelerin hedefindekiyle söylenebilecek olanlar bile konuşulmadığında bazen, acıdan kıvranırsın. Sen bilmeden bir su aygırı gelip de yerleşmiştir iki göğsünün tam ortasına, kaldıramazsın. Dilinin ucuna gelir gelir de orada durur, birikir sözcükler. Fırlatacak gücün olsa, sana vurduğunda toparlanacak gücün olmaz diye korkarsın. Davranışlarına sızar söylenemeyen her kelime. "Saçma" deniyorsa yaptıklarına aslında kimselerin bilmediği sebeplerin vardır ve yine kimseler bilmesin diye de susarsın...

23 Kasım 2013 Cumartesi

Kıskanmak.

Kıskançlıktan çıldıracak gibi oluyorum bazen. Küçücük kalıyorum sanki bir anda. Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi delice ağlamak, ortalığı yakıp yıkıp dağıtmak istiyorum. Yapmıyorum tabii, ama canım nasıl yapmak istiyor anlatamam. Bir kadını kıskanıyorum, hiç tanımadığım halde. Belki çok iyi biri, bilmiyorum. İyi olduğunu düşünmek istemiyorum. Hiçbir anlamda, benden iyi olduğunu düşünmek istemiyorum. Kızamıyorum aslında, çünkü hiç tanımadığın birine kızmak zor. Sana hiçbir şey yapmayan birine de. Ama bana, ona kızabileceğim bir sebep versin istiyorum. Böylece öfkemi doğrudan ona yöneltebilirim, böylece hırsımı belki biraz alabilirim, böylece mükemmel olmadığını görürüm belki... Kıskançlığım hep kendi kendime. Kimseye söyleyemem. Öylesine utanç verici, bunu yazmak bile. Çok geçmişi kıskanmak saçma diye değil, bitmiş gitmiş diye değil, ama adını başka birinde duyduğumda bile tüylerimin diken diken olduğunu, neler yaptığından bir biçimde haberdar olduğumu; dolayısıyla onu takip ettiğimi, onun da bir biçimde dahil olduğu bir olaydan bahsedildiğinde ağlayacak gibi olmamı, kıskançlığın maddeleşip göğsüme oturduğunu kimseye anlatamam. Bir şey olacağından zerre korktuğumdan değil, mümkünsüzlüğünü biliyorum. Ama önceden olması yetiyor işte. Kendime kıyas olarak onu alıyorum. Evet saçma tamam. Mümkünse şişmanlayıp çirkinleşmesini, evlenip 3 çocuk yaparak çoook uzak bir ülkeye temelli taşınmasını diliyorum. Bunu gerçekten istiyorum. Kötü biri sayılmam çünkü bunlarla mutlu olmasını da istiyorum. Evet şişman, çirkin, evli ve mutlu haliyle, her nereye gittiyse orada istediği kadar mutlu olabilir...

21 Eylül 2013 Cumartesi

Kim-lik-siz-lik



Eskiden kim olduğunuzu, ne olduğunu, kimle olduğunuzu hatırlayamadığınız zamanlar oluyor mu?
Benim oluyor.
Seneler önce bir adam sevmiştim mesela. Kimdi o hatırlayamıyorum. Evet adını biliyorum, nasıl göründüğünü, ses tonunu, kullandığı parfümü bile hatırlıyorum ama kim olduğunu bir türlü hatırlayamıyorum.
Ben kimdim ve o adamı nasıl görüyordum? Nasıl sevmiştim, en çok neyini mesela ve neden? Ben neleri seviyordum, en fazla ne takılıyordu aklıma, hayatta en çok neyi istiyordum? Seneler önce, seneler sonrasını, bugünü düşündüğümde kendimi bulmayı hayal ettiğim yerde miyim?
Eskiden bambaşkaymış gibi her şey, ama nasıldı bilmiyorum. Mutlu muydum acaba gerçekten?
Cevabını hatırlayamadığım bir sürü soru var aklımda. Hatırladıklarımsa, silik ve parça parça.

7 Eylül 2013 Cumartesi

Cuando


 Büyük hikayelerim olsun istedim. Hayallerim büyük oldu ama hep hayal olduklarını bildim.
 Birikmiş mutsuzlukları affetmedim, elimde değil affedemedim. Belki de elimde, yalan söyledim. İnanamadım ama hiç gerçekten özre. Bütün incinmelerim için tek tek özür dilenene kadar affedemem gibi gelir hep. Her birini kapsayan bir özür öylesine kıymetsiz gözümde, anlık bir üzüntüyü geçirmeye gücü yeter sadece.
 Kızgın da kalamadım ama kimseye. Öfkeli evet, ama kızgın olamadım.
 Hayatımdan bir anda yok olsa bazı insanlar, üzülmem gibi gelir, kimi zamanlar. Yalan biliyorum. Gerçekten gittiklerinde, en az değer verdiğimi zannettiklerim bile, kendi kendime yetemem gibi gelir. Sefil olurum, perişan olurum, muhtaç olurum.
 Kendime kızdım hep; düzeltmiyorum diye bazı yanlışlıkları, bazen yanlış anlaşılmaları. Kolay vazgeçiyorum sandım insanlardan. Oysa en iyi ben biliyorum, günde kaç kere vicdanımın sızladığını.
 Yine de bekledim hep, gün gelip de anlaşılmayı.


15 Ağustos 2013 Perşembe

Susayınca su içecek kadar...

                                                                                    turgut uyar


Gülümsemeliyim. Sinirimi bozamaz kimse. Sakinim.
Mutsuz değilim, güçlüyüm.
Konuşmalıyım, fazla değil ama yerinde. İnsanlar sessizlikten hoşlanmaz, kendi düşüncelerime dalmamalıyım. Soru sormalarına izin vermeliyim, cevaplarım çok kısa olmamalı ki uzun sessizlikler olmasın.
Şaka yapıldığında, ne kadar aptalca olduğunu düşünsem de, gülmesem bile mutlaka gülümsemeliyim.
Herkesin bilip kimsenin uygulamadığı salak tavsiyelerini kendileri bulmuşlar gibi anlatırken, aslında ne kadar ikiyüzlü olduklarını söylemek yerine susmalıyım.
Arkadaşlarımın iki gün sonra unutulacak sevgililerinin isimlerini hatırlamalıyım.
Kendilerinden ya da egolarından övgüyle bahsettiklerinde, kahkahalar atarak kusmak istesem de hafifçe gülümseyip, yavaşça başımı sallamalıyım.
Bazı insanlara arkamı döndüğümde, hakkımda milyon tane şey söyleyeceklerini bilsem bile, gördüğümde selam vermeliyim.
Anneme bağırmamalı, babamla tartışmamalıyım.

Bütün bunlardan çok çok sıkıldım. Artık daha basit yaşıyorum: 
  • Konuşsunlar, cevap verme. Gülerlerse ağlama. 
  • Mutsuzsam, kafam karışıksa, huzursuzsam ya da korkuyorsam bu benim sorunum, kendim çözmeliyim.
  • Bir şey anlattığımda, aslında dinlemeyeceklerini bilmeliyim.
  • Kimseye çok güvenmemeliyim.

5 Temmuz 2013 Cuma

Biliyorum:


Dışarıdayım. Çimenlerin üstünde oturuyorum. Etraf sakin, sessiz, belki kuş sesleri...
Serin bir rüzgar, sarılıyor gibi geçiyor üstümden. Üşümüyorum.
Güneş ağaçların yaprakları arasından görünüyor.
Taze, nefis bir koku var havada.
Uzaktan müzik çalmaya başlıyor. Akordeon, keman, ukulele?
O kadar huzurlu ki, "nasıl oldu da böyle hissediyorum" dersen kaybolacak. Kaybetmekten korktuğun anda kaybedersin.
Öyle nadir yakalanan, çağırınca gelmeyen bir his...
Ne kadar naifse, o kadar kırılgan  ve bir o kadar gerçek...
Dünyadaki her bir canlıyı anlamak, tanımak, sevmek gibi; kendinle barışmak, yeniden başlamak, her şeyi başarabilir olmak...



25 Haziran 2013 Salı

-

ne yazacağımı bilmiyorum.
bir nefes sonra dibe dalış bir nefes daha ve yine aynısı...
kurtulamıyorum.
karnıma giren ağrılardan çok çok sıkıldım,
geçecek derken daha da kötü olmaktan,
hep ilk adımları atmaktan,
kendi kendime kabul etmekten,
kendimi suçlu ilan edip onu affetmekten -kendi içimde-...
ne mutsuz olduğumda ne de mutlu olmam gerektiğinde yanımdasın,
ama korkma, sitem bile etmiyorum artık.


18 Haziran 2013 Salı

isimsiz

Hislerin çeşitli biçimleri var. Belki de adını 'yalnızlık' koyduğum bu hissi yanlış ifade ediyorum. Tek bildiğim mide boşluğuma vurduğu. Korkunç bir kayıp ve yitirmişlikle başa çıkmaya çalışıp beceremiyormuşum gibi.
Her sabah bu hisle uyanmak, geçsin diye uyumak, çok uyumak, ve sabah kalktığında yine orada olduğunu hissetmek, hissettiğin ilk ve tek şeyin bu olması... Çok yıpratıcı. Saldıracak, bu hissi geçirecek, en azından hafifletebilecek bir şeyler arayıp durmak... Öyle korkunç ki, bildiğim her şeyden daha gerçek. Savunmasız ve çaresiz. Bugüne kadar biriktirdiğim tüm umutları teker teker yok eden; bu his. Paylaşılamayan, anlatılamayan, ifade etmeye çalıştığında seni, bin bir eş parçaya bölen, ulaşması gereken yere asla gitmeyen. Hareket etme kabiliyetini bile ele geçiren. Sürekli bir kaygı, korku ve panik hissi. Bitsin diye her şeyi yapabileceğini düşündüğün ama yapmaya yaklaştığın anda seni tekrar, üstelik bu sefer daha güçlü, yakalayan. Kaçamadığın, geçiremediğin, kurtulmak için yardım bile isteyemediğin. Öyle lanet, öyle mahvedici, öyle acı veren, öyle dayanılmaz...

13 Haziran 2013 Perşembe

Kurtul çünkü;

ya da kalp ağrısı
ya da kalp- ağrısı
"Zincirlendim..."
Bir yudum daha;
"Ben böyle değildim, siz biliyorsunuz. Değildim di mi, biliyorsunuz?"
Bir nefes daha;
"Kendimden nefret ediyorum artık, kendimi bulamıyorum..."

Bilmem kaç yudum içki, kaç nefes sigaradan sonra, belki saatler belki ise sadece birkaç dakika süren konuşmamın özeti bu cümleler...
Kız arkadaşlarla konuşmak; bol itiraf, bol suçluluk demek.
Bazen yardım almak, bazen çıplak kalmak, bazen anlatıp kurtulmak...
Ben artık kurtulmak istiyorum.



31 Mayıs 2013 Cuma

-Vurgun


Ne zaman bu kadar çaresiz hissetmeye başladım kendimi. Bu korku nereden geldi de, girdi içime yerleşti. Kalbimin yerinden fırlayacak gibi atması, beni eskiden heyecanlandıran her şeyin artık kaygılandırması ne zaman başladı. Ne zaman bu kadar aciz hissetmeye başladım. "Oh be özgürüm" derken nereye gitti özgürlük, nerede kaldı huzur, ne zaman tutsak oldum. "Kendimi biliyorum" derken kim oldum ben, neye dönüştüm. Mutluluk, bana nasıl bu kadar uzakta kaldı. Neyi yapmayı unuttum da böyle kayboldum. İçimdeki sevgiler ne zaman sevgisizliğe dönüştü de kül oldu umut ettiğim, hayalini kurduğum her şey. Neden böylesine zor gelmeye başladı, yürüyüp gitmeyi söylemiyorum ama adım atmak bile. Her işi panikle yapmak, sorumluluklardan kaçmak ne zaman yapıştı üstüme. "Kaldıramıyorum", "Yapamıyorum", "Beceremem" ne zaman en çok söylediğim kelimeler oldu. Ne oldum ben böyle, söylesenize ne oldu.

24 Mayıs 2013 Cuma

Döngü


Unuttuğumu sandığım bir şeyi hatırladım bugün. İnsan hafızası ne garip; unutmak istediğini en derine en arkalara gizliyor, en beklemediğin anda ise minicik bir görüntüyle, bir sözle, benzer bir his ile bir ipin ucuna düğümle bağlanmış gibi, arkası sıra bir ufak çizikle, önünde ilk günkü hissiyle belirtiveriyor. Hiç kaybolmamış, hiç yok olmamış. Öyle taze ki aslında. Gerilerde bir yerde, senden gizli, kendini korumuş, ilk günkü gibi kalmış...
Ortaya çıktığı gibi sarsıyor seni. aslında ne çok şey sarsıyor seni. Unutmamış olmanın verdiği bir üzüntü de ekleniyor, iyileşmemiş olmanın verdiği iç sıkıntısı da... O tanıdık karın ağrısı da orada, kötü bir şey olacak huzursuzluğu da...
Her şey tekrarlanabilir. Korkular, geride kalmış bütün kaygılar su yüzüne çıkıyor. Huysuzlanıyorum, sabırsızlanıyorum. Eskiye dönüp eskisinden de beter oluyorum.
Yerini bilirim sandığım hiçbir şeyi olması gereken yerde bulamıyorum. Kendimi, sahip olduğum için kendimi şanslı saydığım her şeyi yavaş yavaş kaybediyorum.
Düşüşümü hızlandırmak, durdurmaktan daha kolay; üstüne gidiyorum, üstüme geliyorum. Acı azalsın diye, parçalara bölüyorum.
Bu üzüntüyü yaşıyorsam hak etmeliyim. Hak etmek için kötü bir şey yapmalıyım. Bunu hak edecek kadar kötü...
Gölgelerle kıyaslıyorum kendimi, geçmiş hayatlarla yarışıyorum, olmayanla savaşıyorum. Bugünü, geçmişin süzgecinden geçirerek yaşıyorum.


bak şimdi


O arasın istiyorsun, o mesaj atsın; içinde "seni seviyorum" yazsın, görünce o senden sıkı sarılsın, o öpsün en sıcak öpücüğüyle seni, o merak etsin, o kıskansın, o gelsin, o anlasın, o görsün istiyorsun.
Yüzü senden yana dönmezse, oturup da anlatmak istediğini dinlemezse, O'nun için "yaptığını" fark etmezse, nasıl olduğunu anlamazsa, görmezse içini, aklındakini bilmezse, önemsemezse söylediğini; öfke, kıskançlık, mutsuzluk ve yalnızlıkla savruluyorsun. Avuçlarının acıdığını, hissetmediği her an, daha da çok acıyor. O, her arkasını döndüğünde bana, kalbim eskiden kırıldığı yerden tekrar kanıyor.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Kayıp


Anlıyorum ki her şey seni kahredebilir.
Sana ait olmayan anılar bile, tanımadığın birinin yüzü bile... Belki tanısan çok seversin, hatta başka yerlerde, başka zamanlarda, başka kişiler olsaydık belki her şey daha iyi, daha güzel, daha huzurlu olurdu. Görece malesef, başka değil hiçbir şey. Olanla yetinmek, olana uyum sağlamak tek çare.
Mutsuzluk, öfkeden daha tehlikeli. Öfken belki tek kişiye, tek bir şeye ama mutsuzsan, benim gibiysen, kendinle beraber, kendinden başka her şeye de zararlısın.
Orada olduğunu bile bilmediğin, var olduğundan bile haberin olmayan bir şeyi kaybetmişsin gibi bir boşluk tüketir seni, yorar. İmdat çağrıların gitmesi gereken yere ulaşmaz, bumerang gibi geri döner tek tek sana çarpar. Sen daha çok yorulursun. Son kuvvet kalkmaya, gitmeye çalıştığında geri çeker, olduğun yere sabitler seni. Gidemezsin. Gidememek mahveder. Bunu bilmek mahveder. Birilerine zincirlenmişcesine hareket edersin. Öfke oluşur ama korkma, mutsuzluk ağır basar, hissetmezsin. Boşluk nasıl bu kadar ağır olabilir, şaşırırsın. Her adımda kendine çarparsın, her çarpmada nefesini tutup beklersin geçsin diye, geçer gibi olduğunda adım atacakken tekrar kendine çarparsın. Görünmez duvarlar koymuşsundur herkesle arana, aşamazsın. Biri yıksın diye yardım dilenirsin sessiz ama avaz avaz. Olmaz. Bilirsin, olmaz. Sen kendine yardım edemezken başkaları nasıl yardım edebilir ki. Korkunç bir umutsuzlukla çırpınır, çırpındıkça daha da batarsın. Kendi haline bırakmak da geçirmez. Geçmiyor, geçmez...

3 Mayıs 2013 Cuma

Hep aynı şarkı

Kavga ediyoruz deli gibi. Tam güzel şeyler söyleyeceğim; geçsin, düzelelim isteyeceğim; "O" arkasını dönüp gidiyor. Parçalanıyorum.

Evine gidiyorum ertesi gün, habersiz. Yapmadığım şey değil; çok eskiden sevdiğim, başka bir adama bu sebepten çok çektirmişliğim var.

Anahtarım var. Hemen odasına gidiyorum.

Bir kadın. Yanında. Nasıl çirkin ama. Ben ki kusursuz olmaktan ölümüne uzak bir kadınken, o benim yanımda ölü sıçandan farksız. Midem bulanıyor. "O", sıçanın yanında, benim yanımda uyuduğu gibi uyuyor.

Belki de aklım bana oyun oynuyor. Sıçan, çok güzel bir kadın belki; ama ben aslında o kadar güçsüzüm ki, en azından tamamen yıkılmamam için, azıcık hafifletici bir unsur lazım.

İnsanın damarlarını nasıl yakar kıskançlık. Nasıl dolaşır, tüm bedenini sarar, titretir. Her nefesinde kalbine kalbine ve tam mide boşluğuna vurur, ben biliyorum. Ne büyük yazık ki biliyorum.

Bir süre nefessiz onlara bakıyorum. Parçalarım dört bir yana dağılıyor.

Panik anlarında düşünemem, zaten yabancı olduğum mantığım iyice benden uzaklaşır. Ve ben panik içindeyim.

O, uyanıyor. Kısacık bir an bana bakıyor. Uyanıyorum.

Sabahlarım, ne büyük mutsuzluk.






binbir gece

Yine pişman olacağım bir şey yapacağım. Ne olacak bilmiyorum ama çok yakınım. Biliyorum bu hissi, çok tanıdık, bana ait. Engelleyemiyorum. Kenarından dönecekmişim gibi sanki bu hissizliklerimin diye, küçük heyecanlardan büyük mutsuzluklara geçeceğim, biliyorum. 
Ben buyum.

21 Ocak 2013 Pazartesi

Başımı yukarı kaldırsam nefes alacağım ama başım neden hep aşağıda?




Sevgisizlik; en çok ihtiyaç duyduğumun yokluğu; en büyük korkum...
Bana gösterilen en ufak ilgiye kanmam bu yüzden, 
ve bu yüzden inatla onlara tutunmam.. 
İşte bu yüzdendir kızgınlıklarımı, bir sevgi sözcüğüyle yerle bir etmek; öyle basit, öyle hızlı, öyle kolay...

Ufak ufak parçalanmasam
Toz gibi, kül gibi uçuşmasa benden kopanlar havada
Karadelik yutmuş gibi hissetmesem 
Bilmediğim, hiç görmediğim yerlere gitmek istemesem durmadan
Aklımdakilerin karanlığına kapılıp kaybolmasam...
-belki- "Biri"nin beni geri getirmesine, kalbimi avuçlarımın arasından alıp yerine oturtmasına gerek kalmazdı.
Bu kadar yorulmaz, bu kadar boğulmazdım...
Kırıklarımın arasını gözyaşlarımla doldurmaya çalışmazdım, ki kapansınlar -belki yapışırlar-
Kendime karşı acımasız olmasam kendime böyle acımazdım.

15 Ocak 2013 Salı

Dilemma


  
   İnsanlarla ilişkini bir çizgi böler. Çizginin gerisinde kalanlar eski anlamını yitirir, saflığını kaybeder. Çizginin üstüne eklenenler ise hep onunla anlam kazanır, yaşanacak olanların altında hep çizginin gölgesi kalır.
   Biz ayrıldığımızda o çizgi çekildi aramıza. İncecik, keskin. Yaşadıklarıma dışarıdan bakabilsem; geçmişin gölgesini geleceğe düşürmek hata derdim. Maalesef kalbin kırıkken, bildiğin şeyleri önemsemiyorsun.
Çizgiyi geçmek zor, onu görmemek, yok etmek… Kalbinin kırılmasına sebep olan toparlanmasına da yardım etsin istiyorsun. Diğer yandan içindeki zırhlı sen; “sağlamken kalbini kıran o, yeniden ona mı teslim edeceksin” diyor, sorguluyor. Bir tarafın isterken diğer tarafın reddediyor. Gurur, ego, ya da adına her ne dersen, sana engel olan, seninle ilgili aslında. Ve en zor olan, hep diyorum, kendini yenmek. 

5 Ocak 2013 Cumartesi

Sıkı giyin, hava soğuk


   Bazen evdeyken bile olmak istediğim tek yer evim oluyor. Canım acıyor böyle zamanlarda -çünkü yalnızlık sırtına vurur- Nasıl kurtulacağımı bilemem bazen, olmadık şeylere yönelirim, vakit geçiririm ama bu his geçmez. Gülümsese biri bana, bir konuşsak uzunca, iç sıkıntıları kuş olup uçsa, mutluluğu yakalasak ya belinden, huzur bulsak… Ama olmaz, çoklukla olmaz. Ben evim neresi bilemem ama evde olmak isterim. Kaçar gibi uzaklaşırım insanlardan, kendimden, babamdan… Sevgilim kızar, üzülür, soru sorar. “Canım…” der bazen “Ne olur sorun çıkarma” der gibi, üzülürüm daha çok üzülürüm. İçimdeki umut parçaları kuş olur uçar, benden uzaklaşır. Ben insanlardan daha çok uzaklaşırım, kendimden, babamdan, sevgilimden dahi ve hatta… Ağlarım bazen dayanamam gibi gelir. Dayanırım ama, çoklukla dayanırım…