21 Nisan 2015 Salı

Nisan

Zamanın akışına ayak uyduramadığım bir gündeyim. Hala şaşırıyorum aynı anda hem nasıl hızlı hem nasıl yavaş... 1 sene geçmiş üstünden yıkılmamın. Ve sonrasında yıkılmamaya çalışmamın. Başaramamanın. Tekrar yıkılmanın. Tekrar ayağa kalkmaya çalışmamın. Benim miladım bu zamanlar. Ayın kaçı bilmem, özellikle bilmem, dayanamam, ama bu ay bir gün ölmüştüm ben. O günden bugüne bütün bir yılı marş adımlarıyla geçirdim. İleri ve geri.. Kaç ileri kaç geri bilmiyorum. Nereye gidersem gideyim, ne kadar uzaklaşsam da asla gidememişim aslında. Ki çok da uzağa gitmedim ben hiç... Başka yolları denesem de aynı sokağa çıkmış hep yolum. Adımlarım benden bağımsız, adımlarım bana bağlı, adımlarım nankör.. Başka elleri tutsam da hep aynı çift eli aramış ellerim, gözlerim aynı bakışları. Bakışlara kırgın olsam da... Denediğimi söylesem de, belki bazen sahiden denesem de aslında ihtimalleri yok saymışım, kendimi, başka bir geleceği... Asıl umduğumu yok edecekse eğer yeni umutlar, ben denediğimi söylesem de yok saymışım... Vazgeçmeye çalıştığımda bile vazgeçmekten korkarak, vazgeçilmesinden korkarak yaşadım. Hep çelişki, hep ikilem, hiçbir zaman tek seçeneğim yok. Ya iki ya hiç... Sevmemeye çalıştığım her an daha çok severek, güçlü olmayı denediğimde daha çok üzülerek, yalnızlıktan nefret etmenin en son eşiğinde durup aşağı atladım. Başka vücutlara dokundum, içimde bin huzursuzlukla. İhanet ediyormuş gibi seviştim, sancılı... Bin kadınla sevişse o, yine de beni sevsin istedim. Sadece beni. Çünkü ben bin adamla sevişmesem de, seviştiğim her adamda yine de sadece onu sevdim, ondan bir şey aradım, ondan bir şey bulmaktan kaçtım... Adaletsizliğinden, hıyanetinden, kalbimi avuçlarının arasında toz haline getirmesinden yorulup başka yollardan, başka evlere daldım. Yine de bir şey söylemedim ona. Gecenin bir yarısı sokağın ortasında son sesimle bağırsam da, karanlığın içinde tek başıma bana düşman bir gecede kaybolsam da, önünden geçmeye mahkum olduğum ama artık asla ziyaret etmediğim bir yerin döşemelerine yığılmış nefessiz ağlasam da, kırgınlığım kızgınlığımı boğarken kendi kendime ya da duvardaki onun yüzüyle konuşsam da ona gerçekte hiç söylemedim. Sormadı da...
Her gün onun adını sayıklamak ama her her gün. Bugün daha iyiyim dediğim günün ortasında bir telefonla, bir fotoğrafla, bir isimle, bir küçük sesle düşeyazmak. Yapamayacağımı bildiğim ölmek planları. Tanımadığım kadınlara edilen küfürler. Çok iyi tanıdığım o adama edilen küfürler. Tabi hepsi içimden... Bir tarafımda minicik bir umut; su yüzüne çıkmayan ama beni yaşatacak kadar tam, ne az ne fazla... Sonra onun bana gelmesi, aslında onun çağırması ve benim gitmem. İçimde kendime ihanet ediyormuşum hissiyle, içimde şefkatle, içimde kırgınlıkla, içimde birbirine karışmış bin bir çeşit duyguyla benim hep ona gitmem... Ve sonra onun bütün mutsuzluklarını üstüme fırlatıp kalkıp gitmesi. Benim günlerce kendime gelemeyişlerim. Sabaha karşı, gece uyumaya çalışırken, bir yerden eve dönerken, evden dışarı çıkmaya çalışırken, kahve yaparken, sigara içerken, giyinirken, bir kitabın, bir filmin, bir şarkının başında, ortasında ya da sonrasında gelen ağlama krizlerim, bitmek bilmeyen... En ufacık işi bile yapmaya gücümün yetmeyişiyle gelen yoksunluk halleri. Bugüne kadar yaşadıklarım mutsuzluk değilmiş, dibini gördüm dedirten sayıklamalarım. Bastıramadığım kıskançlıklar. Yok edemediğim milyon yıllık anılar. Sonra onun beni yeniden çağırmaları. Benim elbette kaçınılmaz bir şekilde gidişlerim. Onunla olmadığım zamanların, onun yerine başkasıyla olduğum zamanların, lanet olsun ki başkalarıyla olduğu zamanların acısını çıkarmak ister gibi, hırsla, açlıkla sevişmelerim. Bedeninin her yerini, sanki unutabilirmişim gibi, aklıma kazıma çabalarım. Hareketlerini, gülüşünü, en ufak mimiklerini bile takip etmek. Bir daha görmemek korkusuyla, acısıyla kaydetmek. Yanından kalkmamak için, bana sarılması, bazen uyanıp ufacık öpmesi bitmesin diye sabah olmasını engelleyebileceğim her hangi bir yol olsa düşünmeden yapardım. Bir saat fazladan zaman geçirmek için gözünün içine bakışlarım. İçimde kuyruğu dışarı çıkmış bir mutluluk ve yeniden bin bir karışık duyguyla dönüşlerim. Kendime verip de tutamadığım sözlerim, aramaktan vazgeçişlerim, olmazsa olmaz bekleyişlerim... Yeniden gitmeler, geri dönmeler, başka yöne gitmeye çalışmalar, gidememeler, farklı isimlerle gelen krizler, verilen sözler, tutulamayan sözler, vazgeçilen sözler, ölmeler, dirilmeler ve sonra tekrar ölmeler... İlerlediğimi sandığımda daire çizip yine en başa dönmüşüm. Hamam böceğinden farksız. Ve daha iri, ve daha aciz...