Tavan arasındayım;
etraf molozlar, tahta parçaları, yıkık kirişlerle dolu. Ayağımda en son seneler
önce giydiğim kırmızı patenlerim, yıkıntılar arasında hızla ilerliyorum,
arkamdan toz bulutları yükseliyor. Telaşlıyım, o fark etmeden, evinin
anahtarından kendime de yaptırmalıyım. Çilingir arıyorum, nefes nefeseyim. Süpermarkete
geliyorum ve aynı anda neden orada olduğumu merak ediyorum gözlerimle rafları
tararken. Tavan arasından markete nasıl geldim diye soruyor mantıklı bir
tarafım, sonra dikkatim dağılıyor; çok vakit geçmiş olmalı, uzaktan bir yerden
ismimi seslendiğini duyuyorum. Çilingiri, anahtarı boş verip tozu toprağı
birbirine katıp ona geri dönüyorum.
Tahta parçaları
arasından kayarak aşağı indiğimde, beni sandığım kadar merak etmediğini
görüyorum. Tam önümden bir kız geçiyor, O, kızın belinden tutup sırtını öpüyor.
Dünya duruyor işte o sırada. Yakıcı bir kıskançlık damarlarımda, tüm vücudumda geziniyor.
Kalbim ortadan ikiye ayrılmış, acıdan titriyor ellerim. Onunla gözlerimiz
buluşuyor, sinirleniyorum sözcükler kullanmadan. “Ne var ki” diyor O, pişkin. Kıskançlık
ve nefret arasında sallanıyorum bir kez daha. Öyle çok sızladı ki içimde bir
yer, uyandım.
Uyuyunca geçmiyor
artık, rüyalar bile kalbimi kırıyor.