22 Temmuz 2015 Çarşamba

Düşmedim daha*

Benim hayallerimi başkasıyla gerçekleştiren biri var. Onun yanındaki kadının bana benzediğini fark ettiğimde sevinmedim. Sana nispet yapıyor dediklerinde üzülmedim. Kalbim tekliyor ama daha ölmedim.*

21 Nisan 2015 Salı

Nisan

Zamanın akışına ayak uyduramadığım bir gündeyim. Hala şaşırıyorum aynı anda hem nasıl hızlı hem nasıl yavaş... 1 sene geçmiş üstünden yıkılmamın. Ve sonrasında yıkılmamaya çalışmamın. Başaramamanın. Tekrar yıkılmanın. Tekrar ayağa kalkmaya çalışmamın. Benim miladım bu zamanlar. Ayın kaçı bilmem, özellikle bilmem, dayanamam, ama bu ay bir gün ölmüştüm ben. O günden bugüne bütün bir yılı marş adımlarıyla geçirdim. İleri ve geri.. Kaç ileri kaç geri bilmiyorum. Nereye gidersem gideyim, ne kadar uzaklaşsam da asla gidememişim aslında. Ki çok da uzağa gitmedim ben hiç... Başka yolları denesem de aynı sokağa çıkmış hep yolum. Adımlarım benden bağımsız, adımlarım bana bağlı, adımlarım nankör.. Başka elleri tutsam da hep aynı çift eli aramış ellerim, gözlerim aynı bakışları. Bakışlara kırgın olsam da... Denediğimi söylesem de, belki bazen sahiden denesem de aslında ihtimalleri yok saymışım, kendimi, başka bir geleceği... Asıl umduğumu yok edecekse eğer yeni umutlar, ben denediğimi söylesem de yok saymışım... Vazgeçmeye çalıştığımda bile vazgeçmekten korkarak, vazgeçilmesinden korkarak yaşadım. Hep çelişki, hep ikilem, hiçbir zaman tek seçeneğim yok. Ya iki ya hiç... Sevmemeye çalıştığım her an daha çok severek, güçlü olmayı denediğimde daha çok üzülerek, yalnızlıktan nefret etmenin en son eşiğinde durup aşağı atladım. Başka vücutlara dokundum, içimde bin huzursuzlukla. İhanet ediyormuş gibi seviştim, sancılı... Bin kadınla sevişse o, yine de beni sevsin istedim. Sadece beni. Çünkü ben bin adamla sevişmesem de, seviştiğim her adamda yine de sadece onu sevdim, ondan bir şey aradım, ondan bir şey bulmaktan kaçtım... Adaletsizliğinden, hıyanetinden, kalbimi avuçlarının arasında toz haline getirmesinden yorulup başka yollardan, başka evlere daldım. Yine de bir şey söylemedim ona. Gecenin bir yarısı sokağın ortasında son sesimle bağırsam da, karanlığın içinde tek başıma bana düşman bir gecede kaybolsam da, önünden geçmeye mahkum olduğum ama artık asla ziyaret etmediğim bir yerin döşemelerine yığılmış nefessiz ağlasam da, kırgınlığım kızgınlığımı boğarken kendi kendime ya da duvardaki onun yüzüyle konuşsam da ona gerçekte hiç söylemedim. Sormadı da...
Her gün onun adını sayıklamak ama her her gün. Bugün daha iyiyim dediğim günün ortasında bir telefonla, bir fotoğrafla, bir isimle, bir küçük sesle düşeyazmak. Yapamayacağımı bildiğim ölmek planları. Tanımadığım kadınlara edilen küfürler. Çok iyi tanıdığım o adama edilen küfürler. Tabi hepsi içimden... Bir tarafımda minicik bir umut; su yüzüne çıkmayan ama beni yaşatacak kadar tam, ne az ne fazla... Sonra onun bana gelmesi, aslında onun çağırması ve benim gitmem. İçimde kendime ihanet ediyormuşum hissiyle, içimde şefkatle, içimde kırgınlıkla, içimde birbirine karışmış bin bir çeşit duyguyla benim hep ona gitmem... Ve sonra onun bütün mutsuzluklarını üstüme fırlatıp kalkıp gitmesi. Benim günlerce kendime gelemeyişlerim. Sabaha karşı, gece uyumaya çalışırken, bir yerden eve dönerken, evden dışarı çıkmaya çalışırken, kahve yaparken, sigara içerken, giyinirken, bir kitabın, bir filmin, bir şarkının başında, ortasında ya da sonrasında gelen ağlama krizlerim, bitmek bilmeyen... En ufacık işi bile yapmaya gücümün yetmeyişiyle gelen yoksunluk halleri. Bugüne kadar yaşadıklarım mutsuzluk değilmiş, dibini gördüm dedirten sayıklamalarım. Bastıramadığım kıskançlıklar. Yok edemediğim milyon yıllık anılar. Sonra onun beni yeniden çağırmaları. Benim elbette kaçınılmaz bir şekilde gidişlerim. Onunla olmadığım zamanların, onun yerine başkasıyla olduğum zamanların, lanet olsun ki başkalarıyla olduğu zamanların acısını çıkarmak ister gibi, hırsla, açlıkla sevişmelerim. Bedeninin her yerini, sanki unutabilirmişim gibi, aklıma kazıma çabalarım. Hareketlerini, gülüşünü, en ufak mimiklerini bile takip etmek. Bir daha görmemek korkusuyla, acısıyla kaydetmek. Yanından kalkmamak için, bana sarılması, bazen uyanıp ufacık öpmesi bitmesin diye sabah olmasını engelleyebileceğim her hangi bir yol olsa düşünmeden yapardım. Bir saat fazladan zaman geçirmek için gözünün içine bakışlarım. İçimde kuyruğu dışarı çıkmış bir mutluluk ve yeniden bin bir karışık duyguyla dönüşlerim. Kendime verip de tutamadığım sözlerim, aramaktan vazgeçişlerim, olmazsa olmaz bekleyişlerim... Yeniden gitmeler, geri dönmeler, başka yöne gitmeye çalışmalar, gidememeler, farklı isimlerle gelen krizler, verilen sözler, tutulamayan sözler, vazgeçilen sözler, ölmeler, dirilmeler ve sonra tekrar ölmeler... İlerlediğimi sandığımda daire çizip yine en başa dönmüşüm. Hamam böceğinden farksız. Ve daha iri, ve daha aciz...

29 Ağustos 2014 Cuma

Lanet

Biri bana durup dururken; biz seninle zaten her zaman konuşuruz, dün konuşmamış olmamız önemli değil diyor. Oysa ben özür dilemedim, oysa ben pişman değilim, oysa benim için sorun değil. O, olur öyle şeyler diyor. Onu takdir etmemi bekliyor düşünceli olduğu için. Anlayışlı olduğunu düşünmemi istiyor. Konuşmamış olmamızın normalin dışında bir durum olduğunu, aslında sorun olabilecekken sorun etmediğini göstermeye çalışıyor. Bunlar hep onun yüzünden. Bana söylenmiş iki cümlede bunları düşünmem. Hayır, kafamda kurmuyorum biliyorum ki doğru düşündüklerim. Ama önceden böyle düşünmezdim, bilmezdim, basitti, olduğu gibiydi. Beni de kendine benzetti. Mümkün değil artık yalnızca insanların gösterdiklerini görmem. Biliyorum ki her zaman başka bir sebep, en az bir sebep daha var. Ne söylenenler duyulduğu gibi ne de kimse olduğu gibi... Bana da bulaştırdı kendini.

26 Ağustos 2014 Salı

Kalpçarpıntısıgözkararmasıyorgunlukveuyku

Her şeyi eskisi gibi yapmak değil istediğim, çünkü mümkün değil artık biliyorum. Değiştim. O, çok değişti. Nasıl bir anda böyle değişebildik bilmiyorum. En mantıklı açıklama; zaten hep böyle olduğumuz. Kafamın karışıklığı beni, küçük ama bana büyük gelen dünyamı aştı. Keşke aşmasaydı. Her seferinde daha güçleneceğini sanıyor insan, her kırıldığında. Neden bilmiyorum. Belki hep böyle öğrettiler bize. Düşünce kalkacağına olan inancını hiç kaybetme diye. Hep öğretilmişlikler yüzünden bence zaten şimdiki halim. Her birimizin hali. Suçlayacak birini, bir şeyleri aradığımdan değil. Hatanın yarısı, en azından yarısı, bende anladım. Yavaş yavaş anladım. Hala kızıyorum, hala öğreniyorum, hala hata yapıyorum, hala ki bence en ilginci bu; kırılıyorum. Geçmişe dönmek değil de yenileyebilseydim... Kafası kesilmiş tavuk gibi dolanıyorum etrafta. Ne net bir düşüncem var, ne kesin bir isteğim. Nedenini bilmediğim şeyler yapıyorum. Nedenini bilmeden bir şeyler yapmayı planlıyorum. Planlar bozuyorum. Planlar erteliyorum. İnsan neden özgürlükten kaçar artık biliyorum. Mide bulantım geçmiyor, migrenim olduğuna artık eminim. Anlatamayacağım şeyler oluyor, anlamadığım halde anlatamayacağım binlerce şey olsun ama anlatabileyim de istiyorum. Karnıma ağrı giriyor sabahları, saat tam bir buçuk civarları. Akşam altıya doğru diniyor. Bu saatler arasında acıkmıyorum. Uzun süre aynı işi yapamıyorum. Bir şey bekliyorum, çok anlamsız, sonu ve belki sonucu olmayan. Güzel görünmeyi, dışarı çıkmayı, birileriyle konuşmayı, mutlu olmayı erteliyorum durmadan. Onu görmekten korkup görme isteğime de engel olamıyorum aynı anda. İyi-kötü çetelesini tekrarlıyorum her gün aklımdan. İki tarafa da ekleyemediğim onlarca şey var. Unutuyorum hep. Unuttuğuma şaşırıyorum sonra. Bazen de hatırladığım bir şey binlerce yıl öncesine aitmişcesine uzak geliyor. Birinden dinlediğim ama hafızamın bana ait bir anıymış gibi sakladığı zamanlar sanki. Hafızasına, etrafına, kendine bile değilse kime, neye güvenir insan. Mümkün mü inanmak, istemek bile artık imkansızken.

14 Haziran 2014 Cumartesi

--

Hayattaki en boktan çelişki; size deli gibi acı çektiren insanın acınızı dindirebilecek tek insan olması.

1 Haziran 2014 Pazar

Hastalıklar

Ne isteyip ne istemediğinizi ayırt edemediğiniz zamanlar oldu mu? Çekildiğiniz tarafa doğru sürüklendiğiniz zamanlar oldu mu pekii ve bunu bilerek ona 'dur' demediğiniz? Ne olursa olsun artık çok da umurunuzda olmadığını hissettiğiniz zamanlar?
Bu sorulara cevabınız 'evet'se nasıl yaşadığımı anlıyorsunuz demektir. Ve o halde söyleyebileceğim tek şey; hepimize geçmiş olsun...

15 Mayıs 2014 Perşembe

Beklemek


Dar merdivenlerden çıkıp küçük bir eve giriyorum. Mutfağa açılıyor kapısı. 3 adımda salondayım. Hemen yanı başındaki odaya giriyorum. Bütün gece ve bütün sabah ve sonraki gece de... Uyku aralarında sigara içiyorum. Deliksiz bir uyku uyumadım aylardır. Yanımdaki adam geceleri kabus gördüğümü söylüyor. Ben uyanınca hatırlamıyorum. Uykumun içinde sesini duyuyorum: "Korkma, buradayım" diyor. Bana sarılıyor. O kadar çok sarılıyor ki itmek istiyorum. Sabahları kahvaltı hazırlıyor. Ben müzik açıyorum. Gitmem gereken yerler oluyor hep, yetişmem gereken işler, erken kalkmam gereken sabahlar... Hepsini boş veriyorum. Bir deliksiz uyuyabilsem diyorum, o zaman belki iyileşirim. Yanımda duruyor, gözlerimin içine bakıyor, "Gitme" diyor. Gülüyorum onunla. Sahte mi gerçek mi bilmiyorum ama gülüyorum. Bir tek sabahları uyanınca... Gitmeliyim diyorum. O kadar uzağa gitmeliyim ki istesem bile dönemeyeyim. Geri iniyorum dar merdivenlerden. Sırtlayıp bütün yükümü kendi evime geliyorum. Telefonum çalıyor, yazmasını istediğim isim yazmıyor. Erkenden uyuyorum, uykuya aç uyuyorum. İnsanlar görüyorum, mutlu olmamı bekleyen. Beni seven bir adam var çünkü yanımda. Belki de uzun zaman sonra gerçekten sevildiğimi hissediyorum. Kalbimin kırıklarına, yersiz tepkilerime, romantizme olan duyarsızlığıma rağmen sevilmeyi hak ediyormuşum gibi seviyor. Bütün ahlaki değerleri, etik kuralları siktir edip koşmak istediğim başka bir ev varken üstelik. Benim evimin hemen yanında. Gitmeye kalksam 2 dk uzağımda. Kalbimden kalbine uzanan mesafeyi hesaplayabilsem bir an durmayacağım kadar yakınımda. Bir çağırsa kendimden başka hiçbir şey durduramaz beni biliyorum. Bir tarafım delice isterken çağırmasını, bir yandan da bu fikre katlanamıyorum. Olduğum yerde kalıyorum. Sonsuza kadar kalacakmışım gibi kalıyorum. En iyi bildiğim şey durmak ve beklemek. En iyi olduğum işi yapıyorum. Durup onu bekliyorum...