31 Mayıs 2013 Cuma

-Vurgun


Ne zaman bu kadar çaresiz hissetmeye başladım kendimi. Bu korku nereden geldi de, girdi içime yerleşti. Kalbimin yerinden fırlayacak gibi atması, beni eskiden heyecanlandıran her şeyin artık kaygılandırması ne zaman başladı. Ne zaman bu kadar aciz hissetmeye başladım. "Oh be özgürüm" derken nereye gitti özgürlük, nerede kaldı huzur, ne zaman tutsak oldum. "Kendimi biliyorum" derken kim oldum ben, neye dönüştüm. Mutluluk, bana nasıl bu kadar uzakta kaldı. Neyi yapmayı unuttum da böyle kayboldum. İçimdeki sevgiler ne zaman sevgisizliğe dönüştü de kül oldu umut ettiğim, hayalini kurduğum her şey. Neden böylesine zor gelmeye başladı, yürüyüp gitmeyi söylemiyorum ama adım atmak bile. Her işi panikle yapmak, sorumluluklardan kaçmak ne zaman yapıştı üstüme. "Kaldıramıyorum", "Yapamıyorum", "Beceremem" ne zaman en çok söylediğim kelimeler oldu. Ne oldum ben böyle, söylesenize ne oldu.

24 Mayıs 2013 Cuma

Döngü


Unuttuğumu sandığım bir şeyi hatırladım bugün. İnsan hafızası ne garip; unutmak istediğini en derine en arkalara gizliyor, en beklemediğin anda ise minicik bir görüntüyle, bir sözle, benzer bir his ile bir ipin ucuna düğümle bağlanmış gibi, arkası sıra bir ufak çizikle, önünde ilk günkü hissiyle belirtiveriyor. Hiç kaybolmamış, hiç yok olmamış. Öyle taze ki aslında. Gerilerde bir yerde, senden gizli, kendini korumuş, ilk günkü gibi kalmış...
Ortaya çıktığı gibi sarsıyor seni. aslında ne çok şey sarsıyor seni. Unutmamış olmanın verdiği bir üzüntü de ekleniyor, iyileşmemiş olmanın verdiği iç sıkıntısı da... O tanıdık karın ağrısı da orada, kötü bir şey olacak huzursuzluğu da...
Her şey tekrarlanabilir. Korkular, geride kalmış bütün kaygılar su yüzüne çıkıyor. Huysuzlanıyorum, sabırsızlanıyorum. Eskiye dönüp eskisinden de beter oluyorum.
Yerini bilirim sandığım hiçbir şeyi olması gereken yerde bulamıyorum. Kendimi, sahip olduğum için kendimi şanslı saydığım her şeyi yavaş yavaş kaybediyorum.
Düşüşümü hızlandırmak, durdurmaktan daha kolay; üstüne gidiyorum, üstüme geliyorum. Acı azalsın diye, parçalara bölüyorum.
Bu üzüntüyü yaşıyorsam hak etmeliyim. Hak etmek için kötü bir şey yapmalıyım. Bunu hak edecek kadar kötü...
Gölgelerle kıyaslıyorum kendimi, geçmiş hayatlarla yarışıyorum, olmayanla savaşıyorum. Bugünü, geçmişin süzgecinden geçirerek yaşıyorum.


bak şimdi


O arasın istiyorsun, o mesaj atsın; içinde "seni seviyorum" yazsın, görünce o senden sıkı sarılsın, o öpsün en sıcak öpücüğüyle seni, o merak etsin, o kıskansın, o gelsin, o anlasın, o görsün istiyorsun.
Yüzü senden yana dönmezse, oturup da anlatmak istediğini dinlemezse, O'nun için "yaptığını" fark etmezse, nasıl olduğunu anlamazsa, görmezse içini, aklındakini bilmezse, önemsemezse söylediğini; öfke, kıskançlık, mutsuzluk ve yalnızlıkla savruluyorsun. Avuçlarının acıdığını, hissetmediği her an, daha da çok acıyor. O, her arkasını döndüğünde bana, kalbim eskiden kırıldığı yerden tekrar kanıyor.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Kayıp


Anlıyorum ki her şey seni kahredebilir.
Sana ait olmayan anılar bile, tanımadığın birinin yüzü bile... Belki tanısan çok seversin, hatta başka yerlerde, başka zamanlarda, başka kişiler olsaydık belki her şey daha iyi, daha güzel, daha huzurlu olurdu. Görece malesef, başka değil hiçbir şey. Olanla yetinmek, olana uyum sağlamak tek çare.
Mutsuzluk, öfkeden daha tehlikeli. Öfken belki tek kişiye, tek bir şeye ama mutsuzsan, benim gibiysen, kendinle beraber, kendinden başka her şeye de zararlısın.
Orada olduğunu bile bilmediğin, var olduğundan bile haberin olmayan bir şeyi kaybetmişsin gibi bir boşluk tüketir seni, yorar. İmdat çağrıların gitmesi gereken yere ulaşmaz, bumerang gibi geri döner tek tek sana çarpar. Sen daha çok yorulursun. Son kuvvet kalkmaya, gitmeye çalıştığında geri çeker, olduğun yere sabitler seni. Gidemezsin. Gidememek mahveder. Bunu bilmek mahveder. Birilerine zincirlenmişcesine hareket edersin. Öfke oluşur ama korkma, mutsuzluk ağır basar, hissetmezsin. Boşluk nasıl bu kadar ağır olabilir, şaşırırsın. Her adımda kendine çarparsın, her çarpmada nefesini tutup beklersin geçsin diye, geçer gibi olduğunda adım atacakken tekrar kendine çarparsın. Görünmez duvarlar koymuşsundur herkesle arana, aşamazsın. Biri yıksın diye yardım dilenirsin sessiz ama avaz avaz. Olmaz. Bilirsin, olmaz. Sen kendine yardım edemezken başkaları nasıl yardım edebilir ki. Korkunç bir umutsuzlukla çırpınır, çırpındıkça daha da batarsın. Kendi haline bırakmak da geçirmez. Geçmiyor, geçmez...

3 Mayıs 2013 Cuma

Hep aynı şarkı

Kavga ediyoruz deli gibi. Tam güzel şeyler söyleyeceğim; geçsin, düzelelim isteyeceğim; "O" arkasını dönüp gidiyor. Parçalanıyorum.

Evine gidiyorum ertesi gün, habersiz. Yapmadığım şey değil; çok eskiden sevdiğim, başka bir adama bu sebepten çok çektirmişliğim var.

Anahtarım var. Hemen odasına gidiyorum.

Bir kadın. Yanında. Nasıl çirkin ama. Ben ki kusursuz olmaktan ölümüne uzak bir kadınken, o benim yanımda ölü sıçandan farksız. Midem bulanıyor. "O", sıçanın yanında, benim yanımda uyuduğu gibi uyuyor.

Belki de aklım bana oyun oynuyor. Sıçan, çok güzel bir kadın belki; ama ben aslında o kadar güçsüzüm ki, en azından tamamen yıkılmamam için, azıcık hafifletici bir unsur lazım.

İnsanın damarlarını nasıl yakar kıskançlık. Nasıl dolaşır, tüm bedenini sarar, titretir. Her nefesinde kalbine kalbine ve tam mide boşluğuna vurur, ben biliyorum. Ne büyük yazık ki biliyorum.

Bir süre nefessiz onlara bakıyorum. Parçalarım dört bir yana dağılıyor.

Panik anlarında düşünemem, zaten yabancı olduğum mantığım iyice benden uzaklaşır. Ve ben panik içindeyim.

O, uyanıyor. Kısacık bir an bana bakıyor. Uyanıyorum.

Sabahlarım, ne büyük mutsuzluk.






binbir gece

Yine pişman olacağım bir şey yapacağım. Ne olacak bilmiyorum ama çok yakınım. Biliyorum bu hissi, çok tanıdık, bana ait. Engelleyemiyorum. Kenarından dönecekmişim gibi sanki bu hissizliklerimin diye, küçük heyecanlardan büyük mutsuzluklara geçeceğim, biliyorum. 
Ben buyum.